YEREL

TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN ÇİLELİ YILI 1944

03.05.2021 - Pazartesi 22:16

3 Mayıs; Başbuğ Alparslan Türkeş’in ifadesiyle “Türk milliyetçilerinin, varlık davası için çektikleri elemin, ıstırabın ve gözyaşının ifadesi”, Nihal Atsız’ın ifadesiyle de “Milli şuurun” ayaklanmasıdır.

3 Mayıs günümüzde pek çok milliyetçi ve Türkçü çevrelerce Türkçülük Günü olarak anılmaktadır. 3 Mayıs’ın kutlanması 3 Mayıs 1944’te görülen Irkçılık-Turancılık davasına ve milliyetçi gençlerin yürüyüşüne dayanır. Peki, bu olay nasıl yaşanmıştır? 3 Mayıs’ta tam olarak neler olmuştur? 3 Mayıs’a giden süreç nasıl işlemiştir?

1922’de kazanılan zafer ve 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte Türk milleti ilk milli devletine kavuşmuştu. Bağımsızlık tekrar kazanılmış, yeni devletin resmi ve fiili ideolojisi Türk milliyetçiliği olarak belirlenmiş, bu şekilde uygulamaya konulmuştu. Daha sonra büyük hızla millileşme ve aydınlanma inkılâpları yapılmaya başlanmıştı. Bu inkılâp ve reformlara karşı olan iki ana grup belirdi. Bunlardan ilki aşırı sağ olan siyasal İslamcılık, ikincisi komünizmdi. Bu iki grup da Türk milliyetçiliğine ve reformlara karşıydılar. M. Kemal Atatürk, iki gruba da taviz vermeyerek her ikisini de yurttan attı. Fakat Atatürk’ün 1938’de vefatından sonra “Milli Şef” döneminin başlamasıyla pek çok şey değişti.

Milli Şef (İsmet İnönü) dönemi; istikrarsız ve dengesiz politika, milli konularda taviz ve yanlış yönetim ile bilinen bir dönemdir. İsmet İnönü başa geçince özellikle Komünizm ülke içinde yapılanmaya başladı. Atatürk döneminde ülkeden atılan bütün zararlı düşünceler tekrardan yapılanıyor ve hükümet buna karşı önlem almıyordu. Türkiye savaştan uzak kalabilmeyi başarsa da iyi günler yaşanmıyordu. Ekonomik durum kötüydü, savaş riski çok yüksekti.

Türkiye, savaşın başında Nazi Almanyasına yanaşıyordu. Bu 1943’te sonuçlanan Stalingrad Muharebesi’ne kadar sürdü. 1943’e kadar Naziler büyük başarı gösterse de Stalingrad Muharebesi’nden sonra savaşın seyri hızla değişti. Almanlar yenilmeye, gerilemeye başladı. Tabi böyle olunca Türkiye, Nazilere yanaşmayı kesti. Bu sefer İnönü, Sovyetlere yanaşmaya başladı

Bunlar olurken Türkiye’deki milliyetçiler faaliyetlere devam ediyordu. Dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu, "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız." Şeklinde konuşma yaparak milliyetçi ve Türkçü kesime desteğini bildiriyordu. Fakat Türkiye’deki Komünist yapılanma gelişmeye devam ediyordu. Önemli makamlar ve görevler komünistlere veriliyordu. Bu büyük bir tehditti. Bunun üzerine H. Nihal Atsız, başbakan Şükrü Saraçoğlu’na iki açık mektup yazdı. Bu mektupların ilki 1 Mart 1944’te, ikincisi 1 Nisan 1944’te olmak üzere Orhun dergisinde yayınlandı. Bu mektuplarda Atsız, komünizmin büyük bir tehlike olduğunu, Sebahattin Ali, Hasan Ali Yücel gibi kişilerin komünist hareketi desteklediklerini ve bunlara acilen önlem alınması gerektiğini söylüyordu. Bu olay aniden ülke gündemine oturdu. Çünkü Atsız’ın bu mektuplarda bahsettiği kişiler ülkede tanınan ve bilinen kişilerde. Atsız, bu kişilerin açık açık komünist faaliyetlere destek verdiğini söylüyordu. Bunun üzerine Hasan Ali Yücel, Sebahattin Ali’yi dava açması için teşvik etmeye başladı. Zaten Atsız ile aralarında bir gerginlik olan Sebahattin Ali, Atsız’a dava açtı.

Bunun üzerine Irkçılık-Turancılık davaları dediğimiz, devletin resmi ideolojisi olan milliyetçiliğin ayaklar altına alındığı davalar başlamış oldu. İlk duruşma 26 Nisan 1944’te görüldü. Mahkeme salonu hınca hınç doldu. Atsız’ı destekleyen Türkçü gençler Atsız’ı yalnız bırakmadı. Duruşma 3 Mayıs’a ertelendi. 3 Mayıs’ta Atsız’ın duruşma için Ankara’ya gelmesiyle Türkçü gençler büyük bir yürüyüş başlattılar. Komünizmin büyük bir tehdit olduğunu haykırdılar. Daha sonra başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşme talep ettiler fakat bu talep kabul edilmedi. Ardından polis kendi devletinde kendi milletinin milliyetçiliğini yapan bu gençlere müdahale etmeye başladı. Orada 165 genç tutuklandı. Tabutluklarda işkence gördü. Acımadan dövüldüler. Bu olaydan sonra yürüyüşe katılan tüm gençler tutuklandı. O zaman Üsteğmen olan Başbuğ Alparslan Türkeş de yürüyüşe katıldığı gerekçesiyle tutuklandı. İşkencelere maruz kaldı.

Bazı mahkeme savunmaları şöyledir:

“… Türkiye’de beni ırkçılık ve Turancılıktan mahkûm edecek bir kanun ve bir vicdan yoktur. Ben bu milliyetçilik fikirlerimden dolayı bir Türk mahkemesinde mahkûm edilemem. 35 asırlık büyük bir mazinin, hatıranın, şereflerin ve mukaddesatın gömülü bulunduğu toprakları yani insanları insan yapan şeyleri sevmenin manasını anlamayanlar çıkarsa onlara sadece acırım.”

NEJDET SANCAR

“Fakat yanılmaz hâkim olan zaman yani tarih, hepimiz hakkında en adil kararı verecek, ırkçı ve Turancı olduğum için mahkûm olursam bu mahkûmluk hayatımın en büyük şerefini teşkil edecektir.”

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ

“Tarih, bugüne kadar hiçbir hakiki Türk subayından vatana ve millete hıyanet ettiğini kaydetmemiştir. Ben, devletime, milletime, vatanıma candan bağlı, kelimenin tam manasıyla yurtsever, milletsever bir Türk subayıyım.”

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ

Mahkeme sonunda 13 sanık beraat etse de Atsız, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar gibi milliyetçi çevreden önemli kimseler 10 yıla kadar hapis cezasına çarptırıldılar. Daha sonra dava Askerî Yargıtay’a taşınmıştır. Yüksek Mahkeme 1. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nin bu kararını “usul ve esas yönünden” bozmuştur. Tutuklu sanıkların hemen salıverilmesini ve davanın 2. Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmesini kararlaştırmıştır. Bu karar, 26 Ekim 1945 günü, yıldırım telgrafı ile İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bildirilerek tutukluların hemen salıverilmesi sağlanmıştır.

Bu olaylarda Sovyetlerin etkisi malumdur. İsmet İnönü, sırf Ruslara yaranmak için vatanın öz evlatlarına işkence çektirmiş, devletin resmi ideolojisini savunan yazarlar ve aydınları mahpus etmiştir. Türk milliyetçilerine faşist damgası vurulmuş, Almanların yanında bulunulmadığını göstermek için milliyetçilik ayaklar altına alınmaya çalışılmıştır. Ve maalesef ki; bu Türk hükümeti yapmıştır. Şunu da eklemek gerekir; 1940’ların sonuna doğru İnönü’nün Ruslarla arası bozulunca bu sefer sosyalistler tutuklanmıştır. Yani o dönem istikrardan yoksun bir politika izlenmiştir.

3 Mayıs 1945’te bir grup Türkçü’nün bir masa etrafında toplantı yaparak ilk defa 3 Mayıs’ı anmasıyla gün, milliyetçi camiada bir gelenek haline geldi. 76 yıldır milliyetçiler tarafından aynı coşkuyla anılan 3 Mayıs’ın anlamı derin ve büyüktür…

Şunu da vurgulamak gerekir ki; 3 Mayıs bir bayram değildir. Milliyetçilerin işkence çektiği, Türkçülük’ün ayaklar altına alındığı günün bayram olması düşünülemez. Bu yüzden 3 Mayıs kutlanmamalı, anılmalıdır. 3 Mayıs’ı içimizde hala dipdiri bulunan milliyetçilik ruhu ile anıyoruz…

Kadir Emre DEMİRBAŞ

YORUM YAZ